Hay bedenim tutulaydı da ne dediğim anlaşılmasaydı!

Konumuz sözsüz iletişimin en pazarlanabilen ürünü “beden dili”. Piyasa da ellinin üstünde  bu konuda yazılmış Türkçe kitap var. Beden dilinin öneminin %90’lara dahi çıktığını iddia eden yazarlar var. Ben de iddia ediyorum ki, ortada  “tek” bir oran yoktur.  Önem verme oranları genelleme yapılamayacak kadar kişiden kişiye farklılık gösterecektir.

Aslında beden diliyle ilgili en kritik olay, bütün insan evlatlarının kullandığı mimik ve jestlerin yanı sıra tamamıyla biz Türkler’e de ait birçok hareketin olduğudur. Benim en sevdiğim hareket elin avuç açık, parmaklar bitişik  olacak şekilde havaya sertçe kaldırılmasıdır, adeta “ne var kardeşim” der gibi. Gözünüzde canlandı değil mi? Öyle iyi tasarlanmış bir jesttir ki, adeta bütün duygu ve düşüncelerimi anlatmamıza fayda sağlar. Kızdığımızda daha sertçe bu hareketi yapar, ekinde de “ne diyorsun sen be” cümlesini sarfederiz. Birine neşeli bir şekilde uzaktan hatrını soracağımız zaman da benzeri bir hareketi yaparız. Bu sefer parmaklar daha rahattır ve el daha yavaşça yukarı çıkmıştır. Çaresiz kaldığımızda da bu hareket devreye girer. Yalnız bu sefer iki el havaya kalkmıştır.

Ben bahsi geçen bu  hareketin yurdum insanları tarafından her türlü algılanabileceğini çok heyecan verici şekilde test etmiş biri olarak derim ki aman siz siz olun olur olmaz yerde veya açıklamak için çok geç kalma riski varsa bu hareketi yapmadan iki kere daha düşünün.

Üniversiteye yeni girdiğim yıllarda  bir gün babamın Renault 12 TS arabasını çalmış Ankara’da geziyordum. O zamanlar saçım olması gereken yerde yani başımda  ama aklım henüz havalardaydı. Akdeniz Caddesinden Anıt Kabir istikametine gidiyordum.  Yol Ankara’yı bilenlerin  gözlerinde hemen  canlanacaktır. Bu cadde oldukça geniş bir yoldur ve her yön üç şerittir.  Tam Anıttepe stadının yanından bu caddeye ince bir sokak bağlanırdı. İşte bu yolda ortalama bir hızda ilerlerken o bahsettiğim sokaktan bir Murat 124 fırladı. Ben en sol şeritte olduğum için fazla bir tehlike atlatmadım ama tam önlerinden geçerken, yeminle söylüyorum “olacak iş mi” duyguları içerisinde elimi hafifçe havaya kaldırdım ve yoluma devam ettim. Yaklaşık 200 metre ileride trafik ışıklarında durdum. Olay benim için çoktan bitmişti. Ama ne yazık ki diğer araçtaki arkadaşlar için yeni başlıyordu.

İçimden bir ses, ki bu sesi hiç unutamadım, bana “aynaya bak” dedi. Dikiz aynasına baktığımda benden dört beş araç arkada durmuş Murat 124’ten dört kişinin pörtlediğini gözlerime inanmak istemesem de gördüm. Pörtlemek fiilini, aynen yepyeni bir diş macunu tüpünü tam ortasından acımadan sıktığınızda, macunun nasıl fırlayacağını anlatmak için de  kullanabilceğinizi hatırlatmak isterim. Özellikle arka taraftan fırlayan iki arkadaşın ellerinde itinayla tornada çektirilmiş ve bu tip durumlar için ön koltuğun altına saklanmış copları görünce nasıl bir ruh hali içerisine girdiğimi herhalde daha ayrıntılı anlatmama ihtiyaç yok sanırım. Konusu ben ve ailem olan garip savaş çığlıkları atarak bana doğru koşmaya başladıklarında havada olan aklım hızla yerine geçti ve beynim alternatifleri sıralamaya başladı.

Erkek adam kaçmaz ve savaşır. Meali, arabanın dışına çık ki, dört kişiden kalıcı hasarlı bir sopa yiyebilesin, eğer yaşarsan torunlarına anlatırsın.

Arabanın kilit sistemine güven  içeride kal ve adamların gitmesini bekle. Meali, kapıyı açamadıkları için ellerindeki sopalarla kaportayı nasıl yamulttuklarını seyret ve babana durumu nasıl açıklayacağını düşün. Kilitler dayanmazsa birince seçeneğe dön

Işığın kırmızı olmasına aldırma ve arabayı sür. Meali, başka bir araba çarpsa bile vereceği hasar dört kişiden yiyeceğin dayağın hasarından daha az olacaktır. Hem kaza olursa belki acıyıp dövmeden bırakırlar.

Ben üçüncü alternatifi seçtim ve tam beni yakalamak üzereyken gaza bastım. Diyorum ya, o gün bir şekilde koruma altındaydım ve kavşağı sağ salim geçmeyi başardım. Daltonlar çetesi ben aniden hareket edince ne yapacaklarını şaşırdılar ve son gördüğümde arabalarına doğru koştular. Film gibi hatırlıyorum, ilk sokaktan Bahçelievler’e dalıp izimi kaybettirmeyi başardım. On dakika sonra takip edilmediğimden emin olup arabayı sağa çektiğimde, kalbim adeta göğüs kafesime tekme tokat girişmiş durumdaydı. O kadar çok adrenalin salgılamışım ki, normale dönmem birkaç saatimi aldı.

O günden a ldığım dersler;

  1. Araç kullanırken ne olursa olsun “el kol” yapma.
  2. Beden dili önemlidir (belki de bizim yazarlar haklı!!), yurdum insanı bazı hareketler konusunda çok hassastır.
  3. Babamın arabasını gizlice almak benzeri  bir iş çevirirken göze batmamak için sana ne tacizde bulunurlursa bulunsun bağrına taş bas.
  4. Sözsüz iletişim konusunu araştır.

Yani sözün özü, o gün beni dövmeye azmeden dört arkadaş olmasaydı,  bugün bu yazıyı yazamıyor olacaktım.

Beden dili konusunda dikkat etmezsek hayatımızı zehir edecek çok önemli bir ayrıntı da, karşımızdaki kişinin verdiği mesajı yorumlarken bedenin o mesajı ne kadar çok teyid ettiğine bakmaktır. Örneğin herkesin bir yerlerde okuduğu “kolların kavuşturulması iletişime kapalı olmaktır”  bunun da başka bir açıklaması yoktur tarzında bir masalın, sizi etrafınızdakileri o konumda gördükçe ruh hastası yapmaması için “iletişime kapalı” insan evladının bedeni başka neler yapar konusunda bilgi  edinmeniz gerekmektedir. Aynı şekilde herhangi birine ilgili, ilgisiz, sinirli, rahat, gitmek istiyor, gelmek istiyor, yalan söylüyor vb yorumlar yapmadan onu tepeden tırnağa incelemeli ve doğruları yakalama yüzdemizi arttırmalıyız.