İnsanlar verdikleri kararların sonuçlarını değerlendirirken aşırı iyimser davranıp, var olan riskleri nedense görmezden gelme eğiliminde oluyorlar.

Yakından takip etmeye çalıştığım Prof. Daniel Gilbert ‘in konuyla ilgili araştırmaları okurken, insanoğlunun aslında ne çok peşin hükmü olduğunu bir kez daha hatırlama fırsatım oldu.

Çoğumuz başkalarının yaptıkları ile ilgili daha başarılı risk değerlendirmeleri yaparken, konu kendimiz olduğunda ‘toz pembe bir gözlük’ takıyor ve hatalı sonuçlara varabiliyoruz. İlgilendiğimiz konularla ilgili sadece işimize gelen, duymak istediklerimizi duyuyor, karşıt görüşleri filtrelerimizde eritiyor, geçit vermiyoruz. Bizi desteklemeyen her görüşe sağır kalıyor, hatta bu görüşleri ileri sürenlerden uzak kalmaya çalışıyoruz.

Aslında insanoğluna da hak vermek lazım. Yaşadığımız çılgın ortamda vereceğimiz bir çok karar beyaz veya siyah renkler gibi net olarak anlaşılamıyor. Konuyla ilgili farklı görüşleri dinlerseniz, ortaya adını koyamadığınız grinin bir tonu çıkıyor. Günde yüzlerce karar vermek zorunda olan insanoğlu da kendini daha fazla zorlamayıp geçmiş alışkanlıklarının ve bakış açısının esirinde kalarak doğru olduğuna inandığı yanlış kararları tekrar etmeye başlıyor. Olumsuz sonuçları yaşadığında değişmek yerine ‘bir dahaki sefere düzelir’ inancıyla badireyi atlatıyor ve tutarlı bir şekilde peşin hükümlerinin cezasını ödüyor.

Mutsuz olacağı aşikar ilişkilere giriyor, huzursuzluğu garanti işlerde çalışmaya devam ediyor, gereksiz arkadaşlarla en kıymetli zamanlarını harcıyor, istemediği yerlere gidiyor, tatmin duygusu bir saat sürmeyecek alışverişler yapıyor, devam ettiremeyeceğini tahmin etse de dayanamayıp süreklilik isteyen hobilere el atıyor, birbirinin neredeyse aynı günleri ‘bir gün iyi olacak’ iyimserliği ile yaşayıp duruyor.

Bu sarmal tabii ki kaderimiz değil. İlk şart her gün aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemeyi bırakmak olmalı. İflah olmaz iyimserliğimizi değişebileceğimize, dönüşebileceğimize ve gelişebileceğimize olan inancımızı ve emeğimizi sürekli hale getirmek için kullanmalıyız. Zorlandığımızda, ümitsizliğe düşmek yerine iyimserlik kartımızı oyuna sürüp, ‘bu hayat benim, onu en iyi şekilde geçirmek hakkım, bunun için de bedel ödemeye hazırım’ diyebilmek ne kadar da umut dolu ve huzur verici olurdu, öyle değil mi? Profesör Gilbert’in dediği gibi madem genetik yapımız böyle, gelin bu özelliğimizi sadece nefes almadığımız, aynı zamanda kana kana yaşadığımız bir hayat için kullanalım.